İnsanlık var oluşundan bu yana birlikte hareket etme duygusu içinde bulunduğunu hepimiz biliyoruz.
Öyle ki modern toplumların temel yapı taşı olan kabileler, birlikler, krallıklar sonrasında ise modern yapı birimleri olan devletler insanların birlikte uyum içinde yaşaması ve birbirlerine karşı haklarını koruması amacıyla inşa edilmişti.
Bu kapsamda modernleşen ve endüstrileşen dünyada bir araya gelen insanlar arasında sınıfsal farklılıklar oluşmaya başladı.
Bu sınıfların en temelinde ise beyin ve kas gücünü kullanan işçi sınıfı ve sermayeyi elinde bulunduran işveren yani patron sınıfı yer aldı.
Bu yaşanan sınıf ayrılığı ile birlikte haksızlığa uğradığını düşünen ve haklarını savunmak isteyen işçi sınıfı tıpkı insanlığın ilk dönemlerindeki gibi bir araya gelme ve birlikte hareket etme kararı aldı. Bunun sonucunda da belki de dünya tarihinin en önemli mücadeleleri arasında yer alan sendikalaşma süreci doğdu.
Türkiye’de ise 1947 yılında başlayan sendikalaşma sürecinde zaman zaman sert mücadeleler yaşanırken günümüzde sendikal mücadele ne durumda?
Sendika sürecindeki temel konu işçinin ve emekçinin hakkını savunmak.
Buna itirazı olabilecek kimsenin olduğunu düşünmüyorum.
Ancak günümüzde sendikalaşma biraz daha farklı konumda.
Özel sektörde patron baskısı ve işten çıkarılma endişesi yüzünden örgütlenemeyen/örgütlenmesi engellenen çalışanlar devlet daireleri ve belediyelerde sendikalaşmak zorunda kalmış durumda.
Sendikalar içinde yaşanan seçimler, alınan maaşlar, işe gitmeden yapılan mesailer…
Tabii ki bunca şey olunca hak mücadelesinin yerini bazen koltuk mücadelesi alıyor.
İşverenle kötü olmak istemeyen sendika ‘temsilcileri’ bazen mücadeleyi unutabiliyor…
Sendika sürecini kısaca özetledikten sonra gelelim yazımızın temeline…
Tabii ki sendikalaşmada her sendika bir olmadığı gibi her temsilci de aynı olmayabiliyor.
Kayıtlı üyelerin hakkını sonuna kadar savunan, emeğinin ve alın terinin hakkını patronlara yedirmeyen sendika temsilcileri de var.
Peki İzmir’de işler nasıl yürüyor?
Malumunuz üzere 31 Mart seçimleri sonrası göreve yeni gelen belediye başkanları ile sendikalar arasında toplu iş sözleşmesi yani kısaca TİS görüşmeleri başlatılmıştı.
Kentin birçok noktasında yapılan görüşmeler sonrası sendika temsilcileri belediye binalarına ‘grev kararı’ yazılarını asarken, belediye çalışanları da haklarını savunduklarını düşünerek ‘çok yaşa sendika’ sloganlarını attı…
Bunların son örneği ise Bayraklı’da yaşandı…
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, kısa adıyla DİSK’e bağlı Genel İş Sendikası 6 Nolu Şube’nin örgütlenmesini kurduğu Bayraklı’da Sendika Temsilcisi Değer Yıldız, Bayraklı Belediye Başkanı İrfan Önal ile TİS masasına oturmuştu.
Aylardır yürütülen süreçte bol bol belediye önünde eylem yapılmış, birçok basın eylemi kamuoyuna taşımıştı.
Tabii sendika başkanı Değer Yıldız her eylemde işçinin hakkını savunacağını söylerken sendika üyeleri büyük bir mutlulukla haklarını alacakları günü beklemiş ve sendika için yapması gereken her şeyi yapmıştı…
Evet bu süreçte sendika üyeleri aidatlarını vermiş eylemlere katılmış, sendikanın talimatlarını dinlemiş sloganlar atmış, belediye başkanı ile karşı karşıya gelme riskini göze almıştı.
Yani aslında emekçi yine emeğini süreç içinde vermişti…
Peki süreçte ne oldu?
Anlaşma sağlanamaması sonrası 25 Kasım gece 23.59’da Belediye Binası’na çıkan işçiler grev kararını asmış ve gece sıcaklığının 2 dereceye kadar düştüğü günde sabaha kadar belediye binası önünde beklemişlerdi.
Sabah saatlerinde iş bırakan çalışanlar belediye önünde soğuk havaya rağmen sendikalarının yanında olmuş ve emek mücadelesini sürdürmüştü.
Alanda sık sık ‘mücadele’ sloganları atılırken grev halayları çekilmişti…
Bunların yanında sendikanın talimatı doğrultusunda ekmeği için iş bırakan işçiler tabii ki o gün mesaiye başlamamıştı.
350 bin vatandaşın yaşadığı ilçede çöpler birikmiş, sinekler uçuşmuş, vatandaşlar çöp kokusundan duramazken grevin 2’inci gününün gecesinde ilginç şeyler yaşandı.
Belediyenin neredeyse önceki tekliflerini hiç arttırmadığı görüşmelerde dün gece yarısı sendika temsilcileri yeni teklifin olduğunu işçilere duyurarak yeni teklifi kabul edip etmediklerini sordu.
Yaklaşık bin 400 işçinin çalıştığı belediyede teklif belediye çalışanlarının önüne gece vakti konurken sadece 801 işçi oy kullanabildi.
Baskın oylamada nerdeyse çalışanların yarısı oylamaya katılabilirken 352 işçinin ‘kabul etmeyelim, mücadeleye devam edelim’ demesine rağmen, 409 işçinin ‘kabul edelim’ demesi üzerine gece vakti sözleşmeye imza atıldı…
Peki neden imza atıldı?
Şimdi süreci yakından takip eden, her eylemde sendikanın da sesini duyuran, vatandaşın, belediyenin sesini duyuran tarafsız bir basın olarak şunları sormak benim en doğal hakkım;
Yani madem aynı paralara imza atılacaktı, madem işçilerin tamamının görüşü alınmadan karar verilebilecekti, bir gece yarısı görüşme yapılabiliyordu da neden bu kadar süre beklendi?
Vergisini veren, tüm yapması gereken şeyleri yapan Bayraklılı vatandaşlar neden bu kadar süre mağdur edildi?
İnsanlar neden Bayraklı’da çöp dağları gördü?
Neden Bayraklı Türkiye kamuoyuna bu şekilde lanse edildi?
Sendika temsilcilerine soruyorum; Bayraklılı vatandaşların ahını neden aldınız?
Tabii ki bu soruların cevabını elbette sizler vereceksiniz. Ancak benim merak ettiğim konu şu;
Çöp dağları arasında kalan vatandaş kaybetti…
İstediği zammı alamayan işçi kaybetti…
Sahi, bu süreçte kim kazandı?