Maalesef, ülkemiz bu deprem felaketlerini, deprem kaynaklı büyük faciaları ilk kez yaşamıyor.
Bugün yaşadığımız şey, bizim neslimizin gördüğü en büyük felaket, hatta diyebilirim ki Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketidir...
Dünyanın neresinde olursa olsun, bu denli şiddetli iki depremin yıkımı çok büyük olur ve bunun altından kalkabilecek devlet, dünya üzerinde sınırlıdır.
Belki dünyanın ancak yüzde 10'unda Türkiye'ye göre nisbeten daha az yıkıntı ve can kaybı olabilir. Malum bu da yapı sektörü ve yapı kalitesi ile ilgilidir.
Ancak, insan doğal olarak şunu bekliyor. Türkiye de Japonya gibi sürekli büyük depremler yaşayan ve yaşayacak olan bir ülke... Peki neden Japonya kadar kaliteli yapılara sahip olamıyor.
İşte orada Türkiye'nin henüz konut ve kentsel yapılanmasını olgunluğa ulaştıramamış bir ülke olması gerçeği yatıyor. Çünkü ülkemizde insanlar, son yıllarda teknoloji ve farklı sektörleri de ön plana çıkmaya başlasa da halen en büyük ve en yaygın serveti inşaat sektöründen elde ediyor.
Son yılların büyük zenginlerine baktığınızda hepsinin inşaat sektöründen geldiğini, servetini buradan elde ettiğini görürsünüz.
İşte bu kadar büyük çaplı servetin ve rantın sözkonusu olduğu bir alanda, maalesef yasa, kanun, yönetmelik uygulayamıyor veya uygulatamıyorsunuz.
Malumunuz, 1999 yılında yaşanan büyük deprem afetinden sonra devletimiz üzerine düşeni yaparak, bunu bir milat ilan etti ve inşaa edilecek her yapının en az 7,5 büyüklüğündeki depremlere dayanacak nitelikte yapılması için 2000 yılında bir yönetmelik çıkardı.
Belki de alanında dünyanın en iyi inşaat ve yapı sektörü yönetmeliğiydi.
Peki ne oldu da 4 gün önce meydana gelen bu yüzyılın faciasında, 2000 yılından sonra yapılmış tüm konutlar, tuzla buz oldu. On binlerce canımız ve yüzbinlerce insanımızın geleceği sönüp gitti. Ülkemzi çok büyük bir yükün altına itildi.
Çünkü olan şey şuydu; yapı yönetmeliğinde depreme dayanıklı bir yapı için her kural, koşul, en ince ayrıntısına kadar vardı. Ama işte o kar hırsı, o çarçabuk zenginleşme iştahı maalesef belki bu yaşadığımız felaketten de daha büyük bir sel gibi bütün o kuralları, yasal düzenlemeleri silip süpürdü ve geriye bugün yaşadığımız bu büyük acıyı, ızdırabı ve ahlaki çöküşü bıraktı.
Bakın daha bir, bir buçuk yıl önce, yine bu aşırı kar hırsı ve acilen zenginleşme, kartelleşme, en büyük olma arzu ve isteği, yine bütün kanun ve kuralları çiğneyerek, bu ülkeye çok büyük bir hayat pahalılığı teslim etmedi mi?
İlk depremde başınıza yıkılacak kümes gibi evlerin fiyatları 150-200 bin liradan bir buçuk yıl içinde 2 - 3 milyon liralara çıkmadı mı?
Elbette bu gözü dönmüş canavar bu işi tek başına yapmıyor.
Maalesef başta belediyeler ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmak üzere, - çünkü yapı denetimi ve ruhsatlandırma işlemleri tümüyle belediyelerin insiyatifinde, üst denetim organı olarak da Bakanlık var - yapı sektörünün tüm paydaşları bu aşırı karı bu hızlı elde edilen büyük zenginliği, serveti bir şekilde paylaşıyor ve bu paylaşım da böylesi bir depremde geride kalan milyonlara telafisi imkansız acılar, maliyetler bırakıyor.
Ahlaki değerler açısından her bir bireyin ahlaklı olması beklense de dünyada geçerli olan gerçekler bize ahlaki kuralların, bireylerin insafına bırakılamayacağını, aslında devlet mekanizmasının tam da bu iş için var olduğunu, yani ahlaki değerleri de içinde bulunduran, toplumu hak ve adalet üzerine yaşayabilir, gelişebilir kılacak kural ve kanunların devlet tarafından konularak ve bu kural ve kanunların yaşatılarak, ancak toplumun huzur ve refahının, güven içinde yaşamasının mümkün kılınacağını gösteriyor.
Devletin denetim görevindeki en ufak bir aksaklık maalesef aç gözlü, hırslı kitlelerin önünü açıyor ve bu kitleler kısa sürede büyüyerek, önünde hiç bir şeyin duramayacağı birer sele dönüşüyor; binlercemizin hayatı ve yaşama hakkı dahil önüne çıkan her şeyi ezip geçiyor.
Daha da kötüsü, bu aç gözlü kitle zamanla o kadar büyüyor ki, gün geliyor artık tek başına suçlayabileceğiniz hiç kimse kalmıyor. O aç gözlü, hırslı kitle selinin içinde devleti de vatandaşı da hepimiz bir miktar yer alır duruma geliyoruz.
Yani anlayacağınız, günün birinde bu yapıyı yargılayacak, hesap soracak bir irade belirse de artık karşınızda devasa bir kitle var ve o kitle içinde kimin ne kadar suçlu olduğunu kimin masum olduğunu tespit edecek bir imkan kalmıyor.
Yani demem o ki, hele ki bu yüzyılın afetinden sonra yapı sektörü o kadar zorlaştırılmalı, o kadar ciddi denetim altında tutulmalı ki, bu çarçabuk zenginleşmek isteyen, bulunduğu bölgenin en büyüğü, en güçlüsü en varlıklısı olma hırsı ile gözü gör olmuş, vicdanı sinesini terk etmiş kişiler, bu sektörde barınamamalı ve bu heveslerini karşılayabilecek, kumar, bahis, kripto para veya borsa gibi araçlara yönelmeli, en azından her depremde binlerce canımızı alacak araçlar bu kişilerin ellerinden alınmalıdır.
Aksi takdirde, 1999 depremini yaşamış, o tecrübeye de sahip biri olarak diyebilirim ki, bu depremde en azından bedenen ölmesek de hiç birimizin hayatı bundan sonra da garanti altında olmayacak...